26 Şubat 2015 Perşembe

7 Haziran seçimleri ve paradigmalar

AKP muhaliflerinin Haziran seçimlerinde asgari hedefi AKP’nin TBMM’de anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde etmemesidir. Korku, AKP böyle bir çoğunluğu elde ederse başkanlık sistemini getirecek ve diktatörlüğün yolunu açacaktır.

AKP TBMM’inde böyle bir çoğunluğu nasıl kolayca elde eder?
HDP barajı aşamaz ise Kürtlerin yoğun yaşadığı seçim bölgelerinde AKP silme bütün milletvekilliklerini alır ve hak etmediği 70-80 sandalye elde eder. Bunu engellemenin tek yolu HDP’nin barajı aşmasıdır.
Burada milliyetçi ve ulusalcı paradigmalar seçmenin bir bölümünü sınırlayacaktır. Ulusalcı ve milliyetçi seçmen; yani MHP’nin tabanı, CHP tabanındaki ulusalcılar ve CHP dışında kalan ve binde 5 oyu olan Vatan Partisi( eski İşçi Partisi) taraftarlarını etkileyecek olan koyu milliyetçi paradigmalar seçmeni ne pahasına olursa olsun HDP’ye oy vermekten alıkoyacaktır.
Ağırlıkta, Birleşik Haziran Hareketi içerisinde yer alan sosyalist solun seçime nasıl gireceği henüz netleşmemiştir. Bu hareket vereceği kararla bölünebilir ama sosyalist solun önemli bir bölümü AKP diktatörlüğünü önlemek için HDP’ye oy verebilir.
Bütün bunlar seçim sonuçlarını nasıl etkiler?
MHP oyunu korur veya bir miktar artış sağlar. CHP içindeki ve dışındaki ulusalcılar ise seçimlerin kaderini çok fazla etkileyemezler. Vatan partisi CHP altı oku savunamıyor, MHP de milliyetçiliği temsil edemiyor iddiası ile CHP ve MHP tabanından oy almanın peşindedir.
İşte ulusalcı ve milliyetçi paradoks tam da burada uç veriyor. Bu kesimin ister bağımsız adaylarla, isterse Vatan Partisi ile CHP ve MHP’den alacağı her oy AKP’ye yarayacaktır. Çünkü bu kesim kesinlikle meclise girecek oy oranına kavuşamaz. Bu paradoks hem milliyetçiler ve hem de ulusalcılar için çok yakıcıdır.
CHP ne yapar?
CHP, Kürt seçim bölgelerinde AKP’ye hiçbir şekilde rakip olamaz, Kürt seçim bölgelerinde AKP’yi geriletecek tek parti HDP’dir. CHP batıda oyunu artırarak AKP’yi geriletebilir.
Barış süreci, genel af
Barış süreci ve genel af AKP’nin 7 Haziran seçimlerinde en etkili seçim argümanı olacaktır. Milliyetçi seçmen, onlara yakın duran Ulusalcı seçmen hariç geniş yığınlar barış ve huzur istiyor. İşte CHP bu konuda inandırıcı, etkili politikalara ve programa yer verirse Kürt bölgelerinin dışında, batıda AKP’yi geriletebilir. Bu arada CHP Alevi kesime de inandırıcı mesajlar vermelidir.
Sonuç
Vatan Partisi (İşçi Partisi) ve CHP’den ayrılan ulusalcı kanadın bağımsız adaylarla veya parti olarak alacağı her oy AKP’ye gitmiş oy olacaktır.
HDP’nin barajı aşamaması AKP’ye hak etmediği 70-80 sandalye kazandırması ve AKP’nin mecliste anayasayı değiştirecek çoğunluğa kavuşması anlamına gelecektir. HDP’ni barajı aşması halinde ise HDP 40-50 milletvekili çıkaracaktır.
HDP’nin barajı aşması Vatan Partisi ve Ulusalcıların dışında yer alan ancak HDP’nin emperyalist bir oyunla bölgede ayrı bir devlet olma yoluna gitmesi korkusunu taşımaktadır. HDP bu korkuları giderecek adımlar atmalıdır. Bu da seçimlerde önce protokolün kamuoyuna açılması ile önemli ölçüde aşılacaktır.

7 Haziran seçimlerini etkileyecek önemli paradigmalar; AKP’nin TBMM’inde anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde etmesi, vatan elden gidiyor sloganı arkasında oluşan koyu milliyetçi yaklaşım,  bölgede emperyalist çıkarlara hizmet edecek bağımsız bir Kürt devleti kurulması, Alevilerin demokratik hakları, barış süreci ve genel af olacaktır.

16 Aralık 2013 Pazartesi

TKP Merkez Komitesi üyesi Kemal Okuyan’a cevap




Kemal Okuyan; gazeteci, yazar, TKP Merkez Komitesi üyesi.. Kemal Okuyan’ın  bugünlerde bir yeni kitabı yayınlandı: “Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı”..

Kemal Okuyan kitapta milliyetçilik ile yurtseverlik kavramlarını tartışıyor ve milliyetçilik ile yurtseverlik arasındaki kritik çizgiyi belirlemeye çalışıyor.

Bu eleştiri ve değerlendirme yazımızda Kemal Okuyan’ın Yazarlık ve Gazetecilikten daha çok TKP Merkez Komitesi üyeliği  bizim için önemli. Kemal Okuyan her ne kadar sol bir yaklaşımla olaylara yaklaşma çabası içerisinde olsa da sonunda ulusalcılarla, Kemalistlerle paralel bir çizgiye ve aynı sonuca varıyor. 

Peki, Ulusalcı veya başka bir söylemle Kemalistlerle aynı sonuca varması bir rastlantı mı?  Hiç şüphesiz, hayır..

Kemal Okuyan daha kitabın girişinde Marksist düşünce ile çelişiyor. Kitabın “Önsöz, giriş, yurtseverliğe methiye..” başlığını taşıyan giriş yazısında verdiği iki örnek arasında anlam ve içerik açısından uçurum var..

Okuyan’ın ilk örneği savaş yıllarında geçen Parisli Lüi Rü’nin öyküsü.. Öykü  anlam yüklü çok etkileyici ve öğretici bir öykü.. Kitabın giriş bölümünün başında yer alan öykü şöyle:

“Lüi Rü yeni evler yaptı, bir yandan da oğluna baktı. Derken bir gün savaş çıktı, kötü Prusyalılar Paris’i kuşattılar. Kimse ev yaptırmak istemediğinden yapıların çevresindeki iskeleler tümüyle boşaldı. Prusya toplarının fırlattığı mermiler düştükçe, Lüi Rü’nün, öbür taşçıların emek verdiği, güzel Paris’in evlerinden birçoğu yıkıldı. İş yoktu, iş olmayınca emek de olmadı, üç yaşına basan Pol kuş yavrusu gibi sessizce ağzını açmaya başladı.

O zaman Lüi’nin eline bir silah verdiler. Lüi tüfeği alınca şarkı söylemeye, “biraz ekmek!” diye bağırmaya kalkışmadı; ama binlerce başka taşçı, dülger demirci gibi kentlerin en güzeli Paris’i kötü Prusyalılardan korumak üzere yürüdü”

Okuyan, bu örnekten sonra kendisi bir örnek veriyor.
“Mahallenize girdiniz, sokağın başında iki kişinin kavga ettiğini gördünüz.. Ne olduğunu anlamak için yaklaştığınızda, kıyasıya dövüşen iki kişiden birinin dostunuz olduğunu fark ettiniz. Koştunuz, ayırmak için müdahaleniz boşa gitti, siz de kavgaya dahil oldunuz. Doğaldır ki, dostunuzla birlikte tanımadığınız yabancıya yüklendiniz.”

Yurtseverliği anlatmak için verilen bu iki örnek arasında bir uçurum yok mu? Lüi Rü neden tüfeğini alıp kötü Prusyalılara karşı savaşa gidiyor. Öykü çok açık.. Lüi savaş yüzünden işini kaybediyor, Lüi gibi diğer Parisli işçiler de işsiz kalıyor.. Kötü Prusyalılar Parisli işçileri işsiz bırakmakla yetinmiyor onların emeklerinin ürünü  güzel Paris’in yapılarını da yerle bir ediyor.  İşsiz kalan Parisli işçiler işsiz ve aşsız kalmanın yanı sıra artık evsiz kalacaklardır. İşte Parisli Lüi ve diğer işçiler iş, aş ve özgürlük için silaha sarılıyor ve kötü Prusyalıların üzerine yürüyorlar.

Okuyan’ın örneği ile Lüi’nin öyküsü arasında benzerlik var mı? Biri  ekmek ve özgürlük için savaşan Parisli işçileri diğeri bir yabancı ile dövüşen arkadaş hikayesi.. Okuyan’ın örneği tam bir feodal örnek. Parisli işçiler iş, aş ve özgürlük için savaşıyor. Okuyan’ın örneğindekiler ne için dövüşüyorlar? Okuyan arkadaşını savunmak için yabancıya karşı dövüşüyor, üstelik belki de daha sonra yabancının haklı olma ihtimali var..

Bu iki örnek arasındaki fark Türkiye solu ile olması gereken sol arasındaki fark gibi.. Birinde modern toplumun işçi sınıfının ekmeğini, işini ve özgürlüğünü korumak için savaşı var, diğerinde arkadaş dayanışması.. Biri modern yurttaşı temsil ediyor, diğeri henüz yurttaş bilincine erişmemiş, köylülüğün izlerini taşıyan feodal kültürü temsil ediyor.

Okuyan’ın kitabının girişinde verdiği bu örnekler ve yurtseverliğe yaklaşımı, toplumsal olayları analiz edişi, onun sol anlayışa ters felsefesini daha başlangıçta ele veriyor. Okuyan’ın solculuğu az gelişmiş bir ülke solculuğu.


Politikasızlık
Türkiye solunun ve sosyal demokrat olduğunu iddia eden CHP’nin, Türkiye’nin temel sorunları konusunda belirgin bir politikası yoktur. Okuyan’ın ve temsil ettiği siyasi parti de bu genellemenin dışında değillerdir. Türkiye solunun varlık gösteremeyişinin başlıca nedeni politikasızlıktır. Okuyan’ın kitabında da bu politikasızlığı görüyoruz.

Okuyan kitabında Kürt sorununa yer veriyor ama Kürt sorunu konusunda açık net bir politika belirleyemiyor.

Okuyan’a göre Türkiye solunun çeperlerinde Kürt düşmanlığı var. Solun Kürt düşmanlığı Okuyan’a göre:   ..bütünüyle sosyalizmsiz  bir solculuğun, sınıf perspektifinin yitip gitmesinin tezahürüdür. Biraz da sosyalizmsiz Kürt ulusal hareketinin milliyetçi-liberal salınımlarının izdüşümüdür bu düşmanlık”

Kendi içerisinde çelişkili bir anlatımdır bu..  Kürt düşmanlığı bütünüyle sosyalizmsiz bir soldan, sınıf perspektifinin yitirilmesinden kaynaklanıyorsa biraz da diye başlayan cümle bir çelişki değil mi? Bütünüyle diye verilen nedenlerle biraz da nasıl yan yana gelebilir?.. O zaman bütünüyle değil büyük ölçüde ve biraz da olabilir. 

Hiç şüphesiz bu anlatım Kemal Okuyan’ın Türkçe eksikliğinde değil onun sosyalizimsiz solculuğundan kaynaklanıyor!  Okuyan’ın Marks’ı kritik etmesi de öyle, sosyalizmsiz solculuk..
Karl Marks ve yoldaşı Engels elbette her şeyi bilemediler, söyledikleri ve bize miras bıraktıkları düşünceleri elbette kritik edilebilir. Marksizm’e göre Marksizm’in  değişmeyen tek ilkesi vardır; “değişkenlik ilkesi”, her şey değişir..

Okuyan'ın yaklaşım Marksizm’e sol olmayan, “köylülüğün ve feodalizmin salınımlarının izdüşümü ...

Yazı devam edecek...

19 Eylül 2013 Perşembe

Süreçten Kürtler karlı çıktı

Hükümet Barış  Sürecini Yeni Osmanlıcılık politikasının bir parçası olarak başlattı.  Yeni Osmanlıcılık Suriye politikası ile sarpa sarınca hükümet Barış Sürecinden kıvırmaya başladı. Süreçten Kürtler karlı çıktı,  sürecin bu kesitinde kaybeden Davutoğlu kazanan ise Öcalan oldu ..
Hükümetin planladığı ve umduğu gibi ABD Türkiye ile birlikte Suriye’ye bir operasyon düzenlemiş olsaydı Esad yönetimi devrilecek, Türkiye Suriye muhalefeti ile birlikte Suriye’de güçlü bir konuma yükselecekti. Bu durumda Rojava Türkiye tarafından kontrol altına alınmış olacak ve PKK büyük bir moral ve güç kaybına uğrayacaktı.
Öyle olmadı, ABD ve müttefikleri Suriye muhalefetinde EL Nusra vasıtası ile El Kaide’nin varlığı gördü ve Suriye’de Esad’a karşı El Kaide tetikçiliği yapmadı. Türkiye kör kör parmağım gözüne der gibi Suriye muhalefetini destekledi, El Nusra ile işbirliği yaptı.  Sonuç, Esad’ın başından beri izlediği usta politika sonucu PYD ile El Nusra karşı karşıya geldi ve Suriye’de El Kaide’ye karşı PYD  savaşır oldu, bu durum PKK’nin batıdaki prestijini olumlu yönde etkiledi.
Esad'ın daha iç savaşın başında yaptığı ustaca manevra Rojova'ı PYD güçlerine bırakıp Rojova'dan çekilmesiydi. Böylece PYD  Özgür Suriye Ordusu ile karşı karşıya kalacaktı ve öyle de oldu.
PKK Barış Süreci ile Türkiye cephesinde savaşı durdurdu, güçlerini Rojova'ya çekti.  Geri çekilen PKK güçler Rojova'ya yerleşti. Rojova'da konumlanan 3000 PKK'li orada piknik yapmıyorlar elbette...
Taraflar oyunlarını ustaca oynarken hükümet köhne düşüncelerle, "Yeni Osmalıcılık" saplantısı ile Ortadoğu bataklığına saplandı ve hayal kırıklığına uğradı.
Gelinen aşamada PYD Rojava’da yerleşti, önemli ölçüde özerkliğe yaklaştı. Başarıyı yakaladığını gören Öcalan çıtayı yükselti. Öcalan artık ‘diyalog’ ile yetinmiyor ve ‘sürecin’ devamı için ‘müzakere’ talebinde bulunuyor.
Öcalan müzakere sürecinde STK’lar ve  basın ile direk ilişki talep ediyor. Öcalan’ın bu talebinin bir ileri aşaması hiç şüphesiz denetimli serbestlik olacaktır.
Hükümet Suriye politikasında sarpa sarıp “ Yeni Osmanlıcılık” çıkmaza girince birçok yönden zor duruma girdi.  PYD Suriye’de mevzilerini tahkim edip özerkliğe doğru ilerleme fırsatını yakaladı. İktidarın zaafını yakaladığını gören Kandil geri çekilmeyi durdurduğun açıkladı.  Sürecin kesintiye uğraması seçimlerde hükümet için önemli bir kayıptır. Seçimlerde hükümet artık “akan kanı durdurduk” argümanını kullanamaz duruma gelecektir. Bu AKP için seçim sürecinde önemli bir kayıp olacaktır.
Pratik “Yeni Osmanlıcılık”,  büyük Sünni ittifakı ve Yeni Osmanlı hayallerini boşa çıkarmıştır. Süreçten Kürtler karlı çıkmıştır.
 Rahmi Ofluoğlu

4 Eylül 2013 Çarşamba

Ulusalcılık-Türkçülük ve Irkçılık

Irkçılık, mezhepçilik, kin ve şiddet Ortadoğu Coğrafyasının en büyük hastalığıdır. Suriye içsavaşını birinci sorumlusu ABD değildir.
Irkçılık yapanların, kin ve intikam tohumu ekenlerin ulusalcı saflarda yeri olmaması gerekir..


Bugün Ortadoğu’da ne var? Mezhep çatışmaları, ırkçılık, şiddet ve kan var.. Neden peki böyle?

ABD emperyalizminin yüzünden..  Bugün Suriye’de iç savaşın tarafları ABD ve Suriye halkı mıdır?
Hayır!
Suriye iç savaşında savaşan taraflar El Kaide, El Nusra ve Esad yanlılarıdır. Katledilenlerin çoğu alevidir.
Bir ülkenin yurttaşları, mezhep, din ve ırk savaşına tutuşmuş, sen suçlu ABD diyorsun; ABD ne yapacaktı? Elbette kendi çıkarına geleni yapacak..
İşte bu tavır tam bir şarklı tavrıdır.. Kendi kusurunu başkalarında aramak..
Diğer bir şarklılık da kin ve şiddet söylemidir
Ülkenin başka etnik kökenden olan insanlarını, başka mezhepten, farklı düşünenleri hain ilan etmek onlara ölüm vaat etmek..
Ülke insanları aklını peynir ekmekle yemiş, birbirini katlediyor; suçlu ABD veya AB.. Ne akıl bu?
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü
Osmanlı İmparatorluğu kapitalizmle birlikte ortaya çıkan ulusçu(milliyetçi) akımların sonucunda parçalanıp çöktü.. İttihat Terakki havadan uçan kuşu tutsa bu sonucu engelleyemezdi. İttihat Terakki’nin bizzat kendisi milliyetçi akımların etkisinde kurulmuştur.
Tarihçiler, İttihat Terakki üyeleri olan Osmanlı paşalarının Afrika ve Filistin çöllerinde savaşa giderek balkanları boşaltmalarını onların vizyon yokluğuna bağlamaktadırlar.. Vizyonları olsa ne yazardı, sonucu birkaç yıl geciktirmekten başka!..
İttihat Terakki üyeleri yürekli, cesur ve yurtsever insanlardı ancak onların kahramanlıkları Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü durduramadı, durduramazdı..
Türkçülük söylemi
Bugün Türkiye’de Türkçülük söylemi ile onu bunu hain ilan edenler Türkiye’yi parçalayacak tohumları ekmektedirler. Irkçı söylemler bu topraklarda yeşermez, yeşerirse Cumhuriyetin sonu olur..
Türkçülük söylemi Ulusalcılık bayrağı altında yapılıyorsa bu çok daha vahimdir çünkü ulusalcılık bugün Türkiye’nin tek ve en diri kalmış damarıdır.
Biz ulusalcılığı Türkçülük olarak değil, yurtseverlik olarak anlıyoruz ve seviyoruz. Eğer ulusalcılık Türkçülük ise yani ırkçılık ise bizden uzak olsun.. Irkçı bir söylem bu ülkeyi bölecek, iç çatışmalara sürükleyecek en tehlikeli söylemdir. Bu nedenle biz Türk Milleti deyince Laz, Kürt, Türk hepsini birden içerdiğine inanıyoruz..
Milliyetçiliğin çoğu faşizme, enternasyonalizmin çoğu anarşiye götürür.. Biz ikisine de karşıyız..
Kürt baro başkan adayı Av. Feyzi Çelik
Bugün adaletbiz’de önceki dönem Kürtlerin İstanbul Barosu başkan adayı Av. Feyzi Çelik’in yazısını okuyunca içimize su serpildi. Ne diyor Feyzi Çelik?
Feyzioğlu’nun konuşması iyi hazırlanmış, kapsamlı, bütünlüklü bir konuşmaydı. Basın ve özellikle hükümet yetkilileri Feyzioğlu’nun hükümetin otoriterleşmesi ve çoğulcu demokrasinden uzaklaşması yönündeki eleştirilerini ön plana çıkardı. Başta başbakan olmak üzere Adalet Bakanı ve Başbakanın siyasi başdanışmanı TBB Başkanını bu eleştirilerini anlamak yerine onu ve Baroları tehdit anlamına gelecek beyanlarda bulunarak, tıpkı Gezi Olaylarından sonra Mimar ve Mühendis Odalarının yetkilerinin intikamcı bir anlayışla geri alınması gibi baroların seçim sistemini değiştireceklerini söylediler. Bu konuda değişiklik hazırlıkları zaten vardı. Çok kısa bir süre içinde Avukatlık Kanununda avukatlara ve barolara danışılmadan herhangi bir torba yasa içinde Avukatlık Kanunu gündeme gelirse şaşırmamak gerekiyor. Hükümet, Feyzioğlu’nun şahsında tüm baroları ve avukatlık mesleğini hedefe koymuş durumdadır. Feyzioğlu’nun eleştiri ve önerileri mevcut anayasal düzenin ötesinde değildir. Her şeyden önce sahip olduğu ifade özgürlüğünü kullanmaktadır. Buna rağmen hükümet tarafından hedef haline getirilmesi ileriki günlerde linçe dönüşme tehlikesi taşımaktadır. Baroların ve avukatların bu linçe şimdiden karşı duruş sergilemeleri avukatlık mesleği ve hukuk devletinin bir gereğidir.”
Av. Feyzi Çelik hükümetin ve yandaşlarının intikam duygusu ile Feyzioğlu ve barolara karşı linç girişimi başlattığını söylüyor ve birlikte bu linç girişimine karşı çıkma çağrısı yapıyor..
Siz bir de gelin İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi Av. Hüseyin Özbek’in  Önce İlke Çağdaş Avukatlar GOOGLE Grubu’ndaki yazılarına bakın..
Av. Hüseyin Özbek’in yazıları ihanet suçlamaları ile yüklü..
HEP DERİM YA, BUNLAR AYDINSA BEN DENİZLİYİM...BUNLAR HAİNİN ÖN ENDE GİDENLERİDİR...
ELBET BİR GÜN....BİR GÜN MUTLAKA.....
Bunlar yazının başlığı, gerisini okumaya gerek var mı? Burada ne yok ki?..
Hainin önde gideni, elbet bir gün… Mutlaka..
Hain suçlaması var, tehdit var, kin var..
İşte  Ortadoğu’dan İnsan Manzaraları..
Yazıdan bir bölüm daha..
“Taraflardan birinin Türkiye ve Türk milleti olduğu ihtilaflı konularda mutlak be mutlak karşı tarafa hak vermek bizim çağdaş münevverlerin en doğal refleksidir. Ankara’ ya karşı Brüksel’ in, Washington’ un yanında olmak, Kandil’ den gelen sesleri armonize ettikten sonra halka sunmak sömürge aydını olabilmenin icaplarındandır.

Sistemin izin verdiği ölçüde açılım, buyurduğu ölçüde kapanım, güç merkezleri arasında salınım, fırsat bulduğunda Türk’e ait değerlere toptan saldırı yine sömürge aydını olmanın gereklerindendir. Son günlerde hız kazanan Fıratsız, Diclesiz, GAP’sız Türkiye- Batı sömürgesi Kürdistan açılımıyla münevverlerimizin açılımı arasındaki hayranlık uyandırıcı uyum bir yerlere not edilmelidir. “
Bir başka yazısında Av. Hüseyin Özbek TÜSİAD’ı hainlikle suçluyor. Bakın ne diyor?
TÜRKİYE’NİN SERMAYESİNDEN SERMAYENİN TÜRKİYE’SİNE - Hüseyin Özbek
“TÜSİAD’ın yeni kompozisyonuna eklenen etnik motifle yeni Türkiye mozaiğinin tamamlandığı anlaşılmaktadır. Kadoil Şirketinin sahibi Tarkan Kadooğlu’nun; “Ben Şırnak’lıyım.TÜSİAD yönetimine giren ilk işadamıyım.Türkiye’nin en önemli sivil toplum kuruluşlarından biri olan TÜSİAD yönetimine girdiğim haberi bölgede çok büyük bir sevinç yarattı.Herkesin bildiği gibi ülkemizin en büyük sorunlarının başında Kürt sorunu geliyor.Her iki tarafın pozitif barışa yönelik adımlar attığını görüyoruz. Biz bu hayalimizden hiçbir şekilde geri adım atmayacağız sözleri TÜSİAD’ın etnoekonomik yeni yol haritasının koordinatlarını göstermektedir. “
Ne yaman çelişkidir ki TÜSİAD’a AKP hükümeti de savaş ilan etmiştir. Ama siz bu çelişkilere aldırmayın, Ortadoğu bu çelişkilerle ve anlamsızlıklarla dolu çünkü..
Irkçılık yapanların, kin ve intikam tohumu ekenlerin ulusalcı saflarda yeri olmaması gerekir.. 

Rahmi Ofluoğlu

23 Ağustos 2013 Cuma

İslam ve demokrasi

İslam ile demokrasi uyuşur mu?  Başka bir deyişle İslam ve demokrasi bir arada olur mu? Bu soru özellikle son çeyrek asırda çok soruldu, çok tartışıldı.. Batılı düşünürler çoğunlukla uyuşmadığını düşünmektedirler, aksi görüşte olanlar olsa da..
Arap Baharından sonra demokrasiye geçtiği söylenen Irak ve Mısır’a şöyle bir bakalım.. Irak Anayasasında  din ile ilgili düzenleme:
“Yeni Irak Devletinin resmi dini İslamdır.İslam anayasa ve yasaların temel kaynaklarından biridir.
İslama aykırı hiçbir kanun çıkarılamaz ve kabul edilemez.”
Benzer düzenleme Mısır Anayasasında da mevcuttur. Askeri yönetimin hazırladığı geçiş Anayasanın 1. maddesi şeriatı esas almaktadır.
Demokrasi
Hiç kimse din devletinin olduğu yerde demokrasiden bahsedemez.   Anayasasında şeriatı esas alan hiçbir ülke seçim olmuş veya olmamış  fark etmez, orada demokrasiden söz edilemez.
Demokrasi batıya özgü bir sistemdir. Batıda demokrasinin olmazsa olmazı din ve devlet işlerinin ayrılması ve bireyin inançlarında özgür olmasıdır.
Batı din sorununu çözmüştür. Her birey dilediği şekilde inanmakda ya da inanmamakta serbestir. Hiç kimse her hangi bir inanca inanması için baskı altında bulundurulamaz.
İslam ülkeleri arasında eksik de olsa demokrasiden söz edilebilecek tek ülke Türkiye’dir ancak Türkiye’de de artık demokrasi tartışılır olmuştur.
Batıda bu tartışma biteli 250 yıl oldu. Bugün Fransa’da iktidara hangi parti gelirse gelsin Fransa’da bir kilise devletinden söz edemeyiz. Almanya’da Hiristiyan Demokratlar iktidardır ancak Almanya’da bir din devleti tehlikesi yoktur.
Türkiye’de Cumhuriyetin kurulduğu günden beri hep bir şeriat tehdidi mevcut olmuştur.
Arap Baharı Cezayır, Mısır ve Irak’ta yüzbinlerce insanın hayatlarını kaybetmesine neden oldu.
Cezayir’de 1991 yılında İslamcılar seçimlerin ilk raundunu kazandılar, ikinci raundu kazamalarına garanti gözü ile bakılıyordu.. Ordu iktidara el koydu, iç savaşta 200.000 kişi öldü. Aynı trajedi bugün Mısır’da yaşanıyor.
Türkiye örneği
Türkiye demokrasi ile idare edilen tek islam ülkesi olarak Ortadoğu’da model ülke olmaya aday oldu. Türkiye bu rolü ılımlı İslamla oynayacaktı.  Bu senaryo bugün iflas etmiştir, tıpkı Mısır gibi, Irak gibi..
Türkiye gibi ülkelerde demokrasi ancak seçimle gelen, çoğunluğa dayanan iktidarları sınırlayacak kurumların varlığı ile mümkündür. Bu kurumlar Türkiye’de  Anayasa Mahkemesi, Yargıtay , Danıştay, bağımsız adli yargı olarak mevcuttur ancak bugün çoğunluğun oyu ile gelen iktidar bu kurumları iğdiş etmiş, görev yapamaz hale getirmiştir. Anayasada yapılan değişikliklerle bu kurumlar iktidarın güdümüne sokulmuştur. Sonuç Türkiye demokrasisi seçimden ibaret rejim haline gelmiştir. Benzeri sistem batı demokrasilerinde de mevcuttur ancak oralarda bir rejim tartışması yoktur. Seçimi kazanarak iktidara gelen partilerin batı ülkelerinde rejimi dönüştürme tehlikesi yoktur. Batı demokrasilerinde rejimin temel kurumları üzerinde tam bir mutabakat vardır.
Türkiye’de demokrasinin garantisi olan bu kurumlar iktidardan bağımısız hale gelmeli
Çoğunluğa dayalı olarak iktidara gelen partilerin rejim için tehlike oluşturmaması, rejimi dönüştürmeye teşebbüs etmemesi için  Anyasa  Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve adli yargı özerk, bağımsız ve yansız hale getirilmeli. Bunun için Türkiye’de bütün taraflar rejimin temel  ilkelerinde tam ve samimi bir mutabakat sağlamalı ve yeni bir anayasa hazırlamalıdır aksi halde Türkiye’de istikrar sağlanamaz ve süreçte Türkiye iç çatışmalara sahne olabilir.

Rahmi Ofluoğlu ( Hukukçu)

9 Ağustos 2013 Cuma

Ergenekon davasının savunma stratejisi yanlıştı

Strateji yanlış olunca taktiklerde rastgele, bazen doğru, bazen yanlıştı.

Ergenekon davasında  siyasi savunma yapılmadı. Oysa bu davalar siyasi davalardır ve savunmalarda öncelikle siyasi olmalıydı.
Türkiye’de savunma mesleğinin bu konuda derin deneyimleri mevcuttur. Herhalde nesiller arasında bir kopukluk söz konusu ,  bu kopukluktan olacak Ergenekon’da savunma eksik kaldı.
Ergenekon savunması  iki konuda yoğunlaştı, usül ve itibarsızlaştırma…
Mahkeme usül konusunda yığınla hata yaptı, sanıklar ve  avukatları mahkemenin bu hatalarını mükemmel değerlendirdi.. Savunma ısrarla Ergenekon’da adil bir yargılama yapılmadığını söyledi ve bu söylemle de davayı oldukça itibarsızlaştırdı. Savunmanın dayanakları ciddi ve inandırıcı idi..
Dayanılan ikinci nokta yapay delillerin deşifre edilmesi idi.. Savunma burada da son derece başarılıydı..
Ancak bütün bunlar sanıkların ağırlaştırılmış müebbet hapisle mahküm edilmelerinin önüne geçmedi, geçemezdi çünkü karar önceden verilmişti.. Bu sonuç baştan belli idi..
Belli olan sonuca göre savunma adil yargılanma dileme yerine siyasi savunmayı esas alarak saldırı savunması yapılmalıydı. Bundan kaçınıldı, bizce en büyük hata burada idi.
Avukat  Celal Ülgen’e Aybay’ın cenazesinde bu görüşlerimi söyledim.. Çetin Doğan’ın siyasi savunma yapacağını söyledi ama olmadı..
Siyasi savunmadan kasıt ne idi?
Siyasi savunmanın özeti:
Evet ben Cumhuriyetin, laikliğin tehlikede olduğu, Cumhuriyetin AKP iktidarınca dönüştürülmekte olduğunu düşünüyordum, bu düşünce doğrultusunda tedbir alınması gerektiğini düşündüm ve şu sohbette, şu toplantıda bu düşüncelerimi dile getirdim.
Cumhuriyeti ve kurumlarını korumak her yurttaşın görevidir, biz askerlerin de görevidir.
Suç olan iktidarın cumhuriyeti çağdışı bir düzene dönüştürme girişimleridir. Biz cumhuriyetin korunmasını her zaman birinci görev bildik, bu uğurda her zaman her şeyi göze almaya hazırdık.  Ordu hiçbir zaman Cumhuriyeti, Anayasayı ortadan kaldırmak için eylem yapmadı. Biz 12 Eylül gibi darbeleri savunmuyoruz ama laikliğin, çağdaş Cumhuriyetin korunması için her zaman gerekli girişimleri yaptık..
309. maddeki suç cebir ve şiddetle oluşur.Buradaki cebir ve şiddet hükümeti devirmeye yetecek bir güç olmalı.. Biz hükümeti devirmeye, yani darbe yapmaya teşebbüs etmedik ancak Cumhuriyeti çağdışı bir düzene dönüştürecek bir iktidara karşı direnmeyi her zaman savunuruz, suç olan Cumhuriyeti savunmak değil onu ortadan kaldıracak uygulamalar yapmaktır.
Siyasi savunma elbette derin yapıyı savunma olamazdı, cinayetler savunulamaz.. Ergenekon davası derin yapıları sorgulayan bir dava değildir, Cumhuriyetçilerle gericilerin bir hesaplaşmasıdır.
Eğer siyasi savunma yapılsa idi aynı cezalar gene verilecekti ancak  iktidar daha da geriletilecekti. Ergenekon davası ile ilgili en doğru teşhisi  Prof. Dr. Sami Selçuk yaptı.. Sami Selçuk Cumhuriyet'e yaptığı açıklamada şöyle diyor:
“Bu suç oluşmamış: Gerekçeyi görmeden eleştirmek yanlış. Basına yansıyan kadarıyla bu suçlara teşebbüs olmaz. Fakültelerde öğrencilere okutulur, “bazı suçlar teşebbüse elşverişli değildir” diye. Bu da onlardan biri.
Niye öne alınmış, teşebbüste kalan suç daima eksik bir suçtur. Suçun adı hükümeti yıkmaya teşebbüstür. Bunların literatürdeki adı oluşumu öne alınmış suçtur. Dolayısıyla bu suçlara teşebbüs olanaksızdır. Eksik, tam teşebbüs yapılmış. Yeni Ceza Yasası’nın kaldırdığı ayrım bunlar.
Kanıtları hukuka uygun mu, değil mi ayrı bir sorun. Bunu Yargıtay tartışacak. Diyecek ki, “Bu dosyaya yansıyan bilgilere göre bu kanıt hukuka aykırı elde edilmiş ya da edilmemiştir”. Deniyor ki, bazı hazırlıklar yapılmış, şu yapılmış, bu yapılmış. Hayır bunların hiçbirisi bu suçun maddi öğesini oluşturamaz. Çünkü ya maddi ya manevi açıdan, dış dünyaya yansıyan somut bir zor olacak, şiddet olacak. Bu olmadıkça bu suç oluşmaz.
Bazı yerlerde gömülen silahlar olmuş. Her zaman fail suçu işlemekten vazgeçebilir. Onun dışında o hazırlıkta belki bir örgüt suçu olabilir, hükümeti devirmeye teşebbüsle ilgili değil de bir suç işlemek için eylem olabilir. TCY’nin 314. maddesini ilgilendiren bir durum ortaya çıkar. Ama bunun da cezalandırılması için hazırlık davranışlarının o suçu işlemeye elverişli olması gerekiyor. Bu bakımdan kararlardan kuşkuluyum.”
Sami Selçuk suç oluşmamıştır diyor.  Evet suç oluşmamıştır. Bu davada sanıklara olsa olsa çete oluşturmaktan ceza verilebilirdi. Selçuk bu konuda şöyle diyor:
“Her zaman fail suçu işlemekten vazgeçebilir. Onun dışında o hazırlıkta belki bir örgüt suçu olabilir, hükümeti devirmeye teşebbüsle ilgili değil de bir suç işlemek için eylem olabilir. TCY’nin 314. maddesini ilgilendiren bir durum ortaya çıkar. Ama bunun da cezalandırılması için hazırlık davranışlarının o suçu işlemeye elverişli olması gerekiyor. Bu bakımdan kararlardan kuşkuluyum.”
Savunma suç oluşmuş gibi bir havaya girerek davayı zayıflattı. Sadece usüle ilişkin eksiklikler, adil yargılanma hakkı ileri sürülerek sanki ortada böyle bir suç var da yargılaması eksik yapılıyor kanısına yol açtı..  Bazı yandaş kalemler  bu yüzden “usül önemli değil esasa bakın” diye yazdılar. Oysa ergenekon davası esastan yoksun bir dava idi..
Darbeye teşebbüs Talat Aydemir davasındaki gibi olabilir.. Talat Aydemir 21 Mayıs 1961’de silahlı güçlerle devletin birçok kurumunu ele geçirdi, radyodan ihtilal bildirisini okudu ancak Hava Kuvvetlerinin muhalefeti nedeniyle başarıya ulaşamadı.. İşte burada suça teşebbüs oluşmuştu.. Ergenekonda ise böyle bir durum yok.. Belki ortada bir darbe düşüncesi var, bu doğrultuda bir takım girişimler var ancak suçun unsuru olan cebir  ve şiddet yok.. Sami Selçuk’un dediği gibi eksik teşebbüs var..
Güçlü bir siyasi savunma toplumda daha güçlü bir etki bırakacak ve karşı devrim gerileyecekti.
Siyasi savunma geleneği sadece bize özgü değildir,  evrensel bir yöntemdir..

24 Haziran 2013 Pazartesi

Direnişin ortak paydası muasır medeniyet

Taksim Gezi Parkı Direnişinden siyasi hareketlerin çıkaracağı dersler vardır.  Türkiye’nin işgal altında olduğu varsayımına dayalı milli mücadele stratejisi kendini gözden geçirmeli..


Taksim Gezi Direnişinin ortak paydası muasır medeniyet yani çağdaşlık ve özgürlüktür. Bu paradigmanın temel taşları 1789 büyük Fransız Devrimi ile atıldı. Muasır Medeniyetin yüzü batıya dönüktür. Mustafa Kemal gençliğe muasır medeniyeti hedef olarak göstermiştir.
Muasır Medeniyet hala doğuda değil batıdadır
Muasır Medeniyet bugün hala doğunun baskıcı rejimlerinde değil batıdadır. Çin Halk Cumhuriyeti geleceğin süper gücü olarak niteleniyor ama bugün Çin baskı ve zulmün sürdüğü bir ülkedir. Resmi kayıtlara göre Çin Halk Cumhuriyeti’nde yılda 700, gerçekte ise 2000 civarında insan idam edilmektedir. Bir diğer doğu rejimi Rusya'da KGB- Mafya izlerini taşıyan bir baskı rejimi vardır.
Çinli gençlerin  sözlüğünde seçim sözcüğü yok. Bunu 2007 yılında Pekin’de öğrendiğimde şaşkına dönmüştüm. Pekin seyahatimde bir turizm firmasından İngilizce bilen bir bayan rehber almıştım. Kıza “sizde kaç yılda bir seçim olur?” diye sorduğumda rehber kız anlamamıştı.  Bunun telaffuzdan kaynaklandığını düşünerek sonunda  “election” sözcüğünü yazdım, gene anlamadı. Akşam yemekte firmanın müdiresine durumu anlattığımda aldığım cevap beni şaşırtmıştı. Müdire Çin’de seçim olmaz demişti.
Çin’de seçim oluyor ancak seçim halkın oy kullandığı bir genel seçim değil. Bizdeki STK’lara benzeyen kuruluşların üyeleri katılıyor bu seçimlere, yani azınlık tayin ediyor Çin Halk Cumhuriyeti’nde iktidarı.
Çin bugün dünya emperyal düzeninin büyük ortağı, Rusya da öyle.. Bu yüzden ABD emperyalizmine karşı Şangay 5’lisi bana komik geliyor.
ABD emperyalizmi ile Çin ve müttefikleri arasında bir çatışma var elbette ama biz çatışmadan önce bu güçler arasındaki işbirliğine, ortaklıklara bakalım. Bugün ABD ekonomisi Çin’e bağımlı olduğu gibi Çin’de ABD’ye bağımlıdır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin elinde 3 trilyon ABD doları döviz, ABD hazine bonosu bulunmaktadır. Çin mallarının en büyük alıcısı ABD’dir.  Şangay’da ilk gözünüze çarpacak olan ABD firmalarının tabelalarıdır.
Bu yüzden bugün dünyada sürüp giden sömürü düzeninin, adaletsizliğin büyük ortaklarından biri Çin Halk Cumhuriyetidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyette yüzünü batıya dönmesi dahice bir politikadır.
Kötülüklerin anası kapitalist sistemdir, daha özgür, daha adil, sömürüsüz bir dünya düzeni kapitalizme karşı mücadele ile mümkündür. Bu mücadeleyi yüzümüzü doğuya dönerek değil batı sistemi içerisinde kalarak kazanabiliriz.
Antikapitalist mücadele ABD’ye karşı diğer bir gerici güç olan Şangay Beşlisi ile işbirliği ile değil bu gerici güçler arasındaki çelişkilerden yararlanarak başarıya ulaşabilir.
ULUSALCILAR ATATÜRK ÇİZGİSİNİ KAVRAYAMIYORLAR
Bizim ulusalcılar Mustafa Kemal’i doğru kavrayamıyorlar. Mustafa Kemal Bağımsızlık Savaşında en büyük desteği  Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin lideri Lenin’den aldı ancak yüzünü buna rağmen batıya dönük tuttu, bu bir deha ürünüdür.
Tarihsel gelişim köleci toplumdan feodal düzene ve oradan da başta büyük Fransız Devrimi olmak üzere devrimler yoluyla burjuva demokrasisine geçti. Bugün batının sorunu burjuva demokrasisini aşmaktır, Türkiye gibi ülkelerin ise öncelikle burjuva demokrasisine kavuşmaktır.
Biz ülkemizde ne istiyoruz?
Adil Yargılanma,
İnsan haklarına saygı,
Yaşam hakkı,
İşkence yasağı,
Özgürlük ve Güvenlik Hakkı,
Adil Yargılanma Hakkı,
Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü,
İfade Özgürlüğü,
Toplantı ve Dernek Kurma Özgürlüğü,
Ayırımcılık Yasağı,
Bu başlıklar AİH Sözleşmesinden.
Çok açıkçası bizim bugün hedefimiz burjuva demokrasisidir, bizim toplumun talebi de budur. Bütün bunları Muasır Medeniyet yani çağdaş yaşam olarak tanımlayabilirsiniz.
AKP’nin otoriter bir din devleti kurma amacına karşı ancak batının demokrasi güçleri ile dayanışarak başarılı olabiliriz, Taksim Gezi Direnişi bunun en büyük kanıtıdır.
Yüzünü doğuya dönen, Şangay Beşlisi’ne dahil olmayı devrimcilik olarak gören günümüz ulusalcılığı devrimci gelenekten bir kopuştur, gerici bir tutumdur.